23.08.2017

Madalyonun Bir Yüzü







Merhabalar,

Bugün size "İstanbullu Gelin'den" bahsedeceğim. - Şimdi nereden çıktı bu ? dediğinizi duyar gibiyim. Televizyon programlarına ve dizilere tepkili biri olarak bir diziden bahsetmem tuhaf gelebilir. Hem de gözlerinizi açabilirsiniz ki ; İYİ bahsedeceğim. Özcan Deniz'i , Aslı Enver'i İpek Bilgin'i ve çok sevdiğim (hatta en çok sevdiğim) Salih Bademci'yi bir kenara alalım 

Benim göz önünde bulundurduğum konuya gelince ; Eser sahibinin Gülseren Budayıcıoğlu olmasıdır. "Hayata Dön " adlı kitabında yer verilen bir danışan hikayesidir. Bu yüzden Gerçek Hikaye olarak belirtilmiştir. Kitapla dizi birbirine nispeten uygundur. En uygun olan karakter bence Esma karakteridir. Hatta BİREBİR diyebilirim. Tabii ki bu benim görüşüm.

Gülseren Doktorla tanıştığıma çok çok memnun olanlardanım. Hayata dön kitabı ile başlayan yolculuğum Kral kaybederse , Günahın üç rengi ile devam etti Madalyonun içi (ilk kitabı) ile son buldu.

İçinde bir çok gerçek hikaye barındıran tüm kitaplarında kendimi madalyon kliniğin bir üyesi gibi hissetim. Anlatımındaki samimiyet , aslında sıradışı olan hikayelerin ne kadar olağan olabileceğini , aslında her bireyin başına gelebileceğini anlatan cinstendi. 

Ki aslında hepimizin hayatı birer roman olabilir. Anlatılmayan , kaleme alınmayan birikmiş daha ne anılar ,  ne gerçek hikayeler , ne yaşanmışlıklar , ne dersler vardır. Açıkçası ben bir okur olarak özellikle Gülseren Hocanın kitaplarını beş gözle beklemekteyim. 

İstanbullu Gelin gibi senaryo edilecek bir çok Gerçek hikaye rafta beklemektedir. Kral Kaybederse kitabındaki Kenan Bey'in hikayesi bence ilk sıradadır. 

Yaşamış olana , gönül rahatlığı ile paylaşana , Kitapta anlatılmasına müsade edene , kitapta akıcı bir şekilde anlatana , basanlara teşekkürler. 

Bir de , diziler hayatımın çok kısmında yer almaz. Bu dizinin yer alma sebebini de açıklamaya çalıştım. Aslı Enver'in oyunculuğu konusunda diyecek tek bir söz yok. Bunu da eklemek isterim. Dizide kullanılan şarkıları kendi seslendirmesi de cabası. ( Şebnem Ferah'ın şarkısının kullanılması bu konudaki yorumumu güzelleştirmiş olabilir) 

Sevdiğim kişiler bir araya gelince olaylara tarafsız bakamayabiliyorum :) 

Dizi bahane , asıl konumuz ; Gülseren Budayıcıoğlu 

Yeni kitaplarını sabırsızlıkla beklemekteyim.

Şimdilik bu kadar. 

Sevgilerimle


9.08.2017

Stefan Zweig












Stefan Zweig

Bir süredir. takip ettiğim yazarlardan biri olmasının yanında, üslubu ve anlatım şekli ile dünyasından çıkamadığım yazar. özellikle kısa hikayelerini okuduğum , yaşadığı kısa zaman diliminde mukemmel eserlerin yaratıcısı.

Keşfetmekte geç mi kaldım dediğim, kitaplarını okumak için uykusuz kaldığım, 70 sayfayı belkide nefes almadan bir kahveye sığdırdığım yazar.

Bazen bir kadının bedeninde , bazen yaşlı bir adamın düşüncesinde , bazen çocuğun hislerinde olmayı nasıl başardın?  her akla büründün ... yaşadıklarının ve yazdıklarının, girdiğin dünyaların tüm duyguların bittiğini sandın belki de...

Ölümü kitaplarında hep bir son belledin. Ki herkes için son, ölümdü.

"Ne var ki ölüm kandırılmaya izin vermeyip gülümsemeyi parçalamıştı.Madame De Prie'yi bulduklarında yüzü korkunç bir şekil almıştı. Yüzündeki öfkeli çizgilerde son haftalarda yaşadığı her şey öfke , azab , anlamsız korku , delice çaresiz acı yazılıydı." (BİR ÇÖKÜŞÜN ÖYKÜSÜ)

"Ölümün tenimin altında büyüdüğünü hissediyorum işte,çok geç , altmış beşine geldiğim, ölüme çok yaklaştığım şu sıra şimdi onlar dans eder gezmeye gider , orada burada keyfederken , o aşağılık kadınlar ...şimdi biliyorum sırf onlar için yaşadım . bana bir kez olsun teşekkür etmeyenbu kadınlar için , bir saat bile kendimiçin yaşamadığımı biliyorum şimdi..." (YÜREK ÇÖKÜNTÜSÜ)

Ölüm , korku , yalnızlık bu kadar güzel yazılabilinir mi diye düşündüm okurken...

"Uzaklarda her şey sessizdi. Ve tarifsiz bir derinliğe sahip gökyüzünün yüksekliği içindeki  yalnızlık hissini pekiştirmekle kalıyordu.Etrafını saran her şeyin evin , kırların , eserlerinin , karısının kendi içinde nasıl yavaş yavaş öldüğünü , inişli çıkışlı hayatının aniden kuruduğunu ve kalbini sıkıştırdığını hissediyordu." (MECBURİYET)

Aldatmayı da okudum. Aldatılmak daha kolaydır aldatmaktan... aldatılırsan ve bunun farkına varırsan karşındakini suçlaman daha kolay olacaktır. ama ya aldatırsan? kendini sürekli suçlaman ve her şeyi bilerek yapmış olman daha çok  huzursuzluk verecektir.

"Yan odadan gelen müzik kanına gürerek yanan teninin altında ilerledi. dans başladı. İrene farkına bile varmadan kendisini kalabalığın içinde buldu. Hayatı boyunca hiç dans etmemiş gibi dans etti. Dns girdabı İrene'nin içindeki tüm kasveti aldı götürdü, ritm uzuvlarına bulaştı bedenine coşkulu hareketler kattı. Müzik durduğunda çöken sessizlik ona acı veriyor , Huzursuzluk yılanı bir ok gibi İrene'nin titreyen uzuvlarına saplıyordu." (KORKU)

Hikayelerinde ki yakarış herkesin belirli dönemlerde yaşadığı duygu durumuydu. Ve o bazen herkesin söylemek istediklerini bastırarak yazdı.

"Artık o kadar zor geliyor ki...belki de insan her şeyi içine atmakla boğuluyor zamanla... artık kamaramda duramıyorum o... o tabutun içinde ... artık yapamıyorum ...  öte yandan insanlara da katlanamıyorum, çünkü bütün gün gülüyorlar" (BİR KADININ YAŞAMINDAN 24 SAAT)


Bazı satırlarına aşkı  nasıl sığdırdı bilemiyorum?

"Peki neden ağlıyor o halde? Otto ondan hoşlandığına göre Ben aşık olmanın güzel bir şey olduğunu düşünmüştüm hep..." (MÜREBBİYE)

"Belli belirsiz  bir şekilde bu sırrın çocukluk dönemini yetişkinlikten ayıran bir kapının sürgüsü olduğunu hissetti ve eğer bir kez o sürgüyü açıp sırrı ele geçirirse artık o da bir yetişkin olacaktı. en sonunda bir erkek olabilecekti." (YAKICI SIR)

Yazarla ilk tanıştığım kitabını sona bırakmak istedim. Dünyasına adım attığım kitabı "Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu" yüzde yüz övgüyü hak ediyor. bende diğer kitaplarına nazaran  fazlasıyla etki yaratmıştır. kitapla ilgili alıntı yapmak istemiyorum. Her kelimesinin okunması gerektiği düşüncesindeyim.


Yazımı , Olağanüstü bir gece kitabının son satırları ile kapatmak istiyorum.

"Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek başka bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar."

Sanırım tıpkı senin gibi...

Sevgilerimle








3.08.2017

"Aynadaki Sen"












Her ilişkinin kendi içinde dinamikleri vardır birbirine benzemek zorunda değildir. Özellikle kadın - erkek ilişkilerinde hiç bir şeyin su yüzüne çıkması gerekmemektedir. İlişkinin dinamiklerini oluştıran her ne ise bütünsel anlamda yaşanmalı , yaşanılan her şeyin sorumluluğu alınmalı ve tükenmesi durumunda bitirilmelidir. 

Kimse karşısındaki kişiyi kendinden daha çok sevmemeli bence. Aslında ilk kendini sevmeli desek daha doğru olur. kendisini sevmeyen bir kişinin başkasını sevmesi ile ilgili kuşkularım vardır. Kişinin kendini bilmesi , tanıması ve sevmesi diğer kişileri ve varlıkları sevebilmesi için tek kapıdır.

Kişinin kendini sevmesini ego veya kibir olarak algılamak  gereksiz ve saçmadır. Çünkü ego insandaki kendini sevmemesinin ve beğenmesinin göstergesidir. kalıplar , maskeler arkasında geçirilmiş yaşamlarda gördüğümiz egonun ta kendisidir. kendini sevme bilinci daha farklı bir olgu olduğu kadar zor ve süreç olarak uzundur. bedeninin her noktası , aklın ve kalbin ile bir bütün olduğunu kabullenmenin zor olduğunu biliyorum. Çünkü salak , saf , çirkin ve kilo almış olman kabullenmeni bir okadar zorlaştırıyor. Görüntüyü düzeltmek ve düşüncelerini maskalemek için maksimum düzeyde efor sarfediyorsun sonrasında okadar alışıyorsun ki. bu şekilde davranmak yormuyor hem yorulmamaya hem üzülmemeye hem de kabul görmeye başlıyorsun hoşuna gidiyıor ve gerçeğinden çıkıyorsun. Şov dünyasının bir parçası oluyorsun. 

Artık başını yastığa koyduğunda veya aynaya baktığında kabul görülen kişiyi görüyorsun hoşuna gidiyor  İşte aynen böyle oluyor.

Kişinin kendini sevmesi ile tüm bu saçmalıklar ortadan kalkıyor. Kontrol mekanizmaları da ortadan kalkıyor. kendini maskelemek gibi bir derdin olmadığında kontrolü de elinden bırakmış oluyorsun zaten.aynaya baktığında fondoten değil sivilceni görüyorsun. göz çevresinde olan çizgilerini sevmeye başlıyorsun. ve tabii ilişkilerinde... İlişki içerisinde bulunduğun hareketlerini de kontrol etmek zorunda kalmıyorsun. Çevresel dinamikleri ve yaşayış biçimlerini baz almıyorsun. 

Kendi yaşantını kendi ilişkilerini istediğin biçimde şekillendiriyorsun. Tabii bunları yaparken el-alem olgusunu ortadan kaldırıyorsun. 

Kendini sevdiğinde başlıyor asıl yolculuğun. Kendini sevdiğinde başlıyor başkası ile olan ilişkin. Arkadaşlığın,kardeşliğin , ebeveynliğin...

Ve sonra cansızları sevmeyi bırakıyorsun. eşya , mal , para , ev ... Hayatını idame ettirebileceğin kadar umursuyorsun bunları. hayatını küçültüyor ve fazlalıklardan kurtuluyorsun. Denize ve gökyüzüne bakmak daha anlamlı oluyor. sevgilinle sohbetin, arkadaşınla gülmen , yemeklerin lezzeti geliyor. neşen artıyor , Gülmek hayatının en önemli parçası haline geliyor. 


Kendini kabullenemeyen, sevemeyen bir insan başkasını sevemez. "Seni kendimden çok seviyorum" zırvalıkları ile vaktinizi harcamayın demek istiyorum.


Hepinizi öpüyorum.